25 Kasım 2015 Çarşamba

Dinozorlar neden yok oldular?

Filmden önce bir pizza yemek uğruna Jurassic Park'ı en ön sıranın köşesinden seyrettiğimden olacak bu dinozor denen hayvanlar gözüme hep çok büyük görünmüşlerdir. Dolayısıyla da bu büyüklükteki hayvanları neyin öldürdüğü sorulduğunda ilk tepkim "çok büyük bir şey olmalı" olmuştur hep. Peki, ben bu konuya neden merak sardım? Paleontoloji ile alakam meraklı bir doğa bilimci olmaktan ileriye gitmezdi son zamanlara kadar. Ancak asıl merak sardığım konu kötümser karakterimden geliyor, "bilindik sebepler dışında bizi öldürecek o kadar çok şey var ki, bunların hepsini bilmeli" diyerek düştüm yola. Tabii doğal olarak deprem geliyor aklımıza, sonra iklim değişikliği, ama burada kalmalı mı? "Bu dinozorları öldüren şey her neyse bizi zaten öldürür" diyerek önce derslerde kullanmaya başladım bu temayı. "Hocam ya üç ders önce metan püskürmelerinin bunları öldürdüğünü söylüyordunuz şimdi meteor diyorsunuz, ne iş?" sorusuyla karşılaşınca gördüm ki eğer ben topladığım bilgileri düzgünce bir sıraya koymayacak olursam benim kadar öğrencilerin de kafası karışıyor. Bu dinozor hikâyesi çok zevkli bir konu olduğundan gazeteler ikide bir bu konuya başvuruyor, her başvuruda da anlattıklarını sanki tek doğruymuş gibi lanse ettikleri için insanların bu konudaki son bilgisi en son hangi gazetenin arka sayfasını okuduğuna bağlı olarak değişebiliyor. Bu sebepten bir bilimci olarak bu konudaki bilimsel bulguları anlatmak istedim. Canı sıkılanın gerisini okumayacağı düşüncesi ile söze yazının son cümlesi ile başlayayım:

Dinozorları neyin öldürdüğünü hala tam olarak bilmiyoruz.

Son üç-beş bin yılın tarihini yazmak bile epey zor bir olayken paleontoloji veya başında paleo olan her bilim dalları çok daha zor alanlar. Bu konularda çalışan herkese saygım sonsuz. Doğa bilimciler bilimsel sınırlar içerisinde kalarak hayvanın buldukları tek kaval kemiğinden o hayvanın tüm yaşantısını üretmeye çalışıyorlar. Bu sebepten "dinozorları öldüren neydi?" sorusuna tam ve doğru bir yanıt vermenin tek yolunun bir zaman makinesi yapıp, o zamana geri gidip, olayın nasıl olduğunu görmekten geçtiğini düşünüyorum ama bu da mümkün olmadığı için elimizdeki verilerden hareketle geçmişi kurgulamak zorundayız. Bu kurgulama da paleontolojinin temelini oluşturuyor.



Canlıların geçmişine baktığımızda ana hatları ile tarihi dört bölüme ayırıyoruz: Cambrian öncesi, Paleozoik, Mezozoik ve Senozoik. Bunlardan Cambrian öncesi en eski, Senozoik ise içinde yaşadığımız dönem. Bu dönemler içerisinde denizlerdeki hayat karaya çıkarak günümüzdeki çeşitliliği yaratmış. Ancak bu gelişim içerisinde büyük felaketler canlı türlerinin pek çoğunun ölümüne yol açmış. Son altı yüz milyon yılda böylesi yirmiye yakın irili ufaklı felaket var. Son elli yılın bilimsel gelişmeleri ile bu felaketlerin varlığı artık tartışılan bir olay olmaktan çıktı, oysa 1950'lere kadar bu felaketlerin varlığı bile tartışılıyordu. Bu felaketlerin geçmişte olmadığını düşünmek bugün de olmayacaklarını düşündürdüğünden içimiz rahatlıyor sanırım. Ancak paleobilimlere fizik, kimya ve mühendislik alanındaki gelişmeler de yardımcı olunca geçmişin önündeki sis perdesi tamamen kalkmasa da bize bazı ipuçları vermeye başladı.

Bu irili ufaklı yirmi felaketin beş tanesi "Büyük Beş" diye biliniyor. Bunun temel sebebi de bu felaketler sırasında neredeyse dünyadaki canlı türlerinin %50'sinin yok olmuş olması. Bunların arasında da 251 milyon yıl önce gerçekleşen felaket "Büyük Ölüm" diye biliniyor ki burada dünyadaki canlı türlerinin neredeyse %90'a yakın bir kısmı yeryüzünden silinmiş. Ama bu silinenler dinozorlar olmadığı için o derecede gazetelerin ilgisini çekmiyor bu konu. Ancak 65 milyon yıl önce Mezozoik-Senozoik geçişinde oluşan (ki daha da ayrıntısıyla buna Kretaceous-Tertiary K/T sınırı diyoruz) felaket dinozorlar da dâhil olmak üzere dünyadaki tüm canlı türlerinin %50'sini öldürmüş. Hem dinozorları öldürmesi açısından hem de büyük felaketler arasında bize zaman olarak en yakını olması nedeniyle bu felaket hakkındaki bilgilerimiz daha doğru ve taze.

En önemli bilgimiz ne? Doğadaki kayalara baktığımız zaman yıllar boyu çeşitli sebeplerle toz ve kum taneciklerinin üst üste yığılmaları sonucunda oluşan katmanları görüyoruz. Dünyanın pek çok yerinde bu katmanlar bulunabiliyor ve daha da önemlisi, hiçbir yerde bu katmanların sırası değişmiyor, yani bazı yerlerde bu katmanlar kalınlaşıp incelebiliyor, bazı yerlerde toptan ortadan yok oluyor ama hiçbir zaman bir yerde altta olan bir katman bir başka yerde daha üste çıkmıyor. Bu sebeple biz bir katmanda fosiller bulduğumuzda bu fosillerin yaşamış oldukları zamana dair bilgi ediniyoruz. Felaketler konusundaki temel bilgimiz de buradan geliyor. Bir katmanda kırk değişik fosil türü bulunuyor, bir sonraki katmanda bu sayı dörde düşüyorsa (tüm dünya ortalaması olarak) iki katman arasındaki felakette canlıların %90'a yakın kısmı ölmüş diyebiliyoruz. Tabii burada hemen akla gelen soru her canlının fosil bırakıp bırakmadığı ve bu bilginin ne derece doğru olduğudur. Paleo-bilimcilerin temel uğraşı, eldeki verilerden bu çıkarımı yapmak ve bu konuda da gayet başarılılar. Olayı biraz basitleştirip abartırsam şöyle bir örnek verebilirim: Denizdeki küçük balıkların çoğu bir felakette öldü ise iki basit sonuç çıkartabiliriz: Ya biri tek tek bu balıkları öldürdü ya da bu balıkların yiyeceği olan planktonlara da bir şey olduğu için bu balıkların da nesli tükendi.




Bu kaya katmanlarından aldığımız temel bilgi, bundan 65 milyon yıl önce bir şey olduğu ve bu şeyin veya şeylerin canlıların %50sini öldürdüğüdür. Ama buradaki temel sorun, 65 milyon yıl önceki bir olayla ilgili bilgilerimiz nereden baksanız en az birkaç bin yıl hata payı taşır. Yani, “birkaç bin yıl içinde olan olaylar silsilesi mi yoksa bir anda olan bir olay mı?” sorusunun cevabı gene de sadece zaman makinesinden geçiyor.



Kayalar bize felaket öncesini ve sonrasını net olarak gösteriyor. Ama tam felaket zamanına baktığımızda kalın ve açık renkli bir tabaka görüyoruz dünyanın neresinde olursak olalım. Bu tabakanın kimyasal özelliklerini ancak son yirmi-otuz senede doğru olarak inceleme fırsatı bulabildik. Bu katman bize ilginç bir şey bildiriyor: İridyum normalde dünya yüzeyinde bulunan bir metal değildir. Bu metalin ana kaynağı uzaydan gelen meteorlardır. 1980'de Nobel ödüllü araştırmacı Luiz Alvarez'in yayınladığı çalışma, normalde milyarda 0.3 olan iridyum miktarının 65 milyon yıl önceye ait olan o açık renkli tabakada milyarda 9'a çıktığını gösteriyor, yani normalin 30 katına. Bunun iki sebebi olabilir ve bilim insanları hala bu iki sebebi tartışıyorlar: Ya bu açık renkli tabaka normalden 30 kat daha yavaş oluştu ya da atmosferdeki iridyum miktarını kısa sürede 30 katına çıkartan bir olay oldu.



Daha sonraki çalışmalar daha da ilginç sonuçlara yol açtı. Mesela, her ne kadar bu açık renkli tabaka dünyada her yerde bulunsa da içindeki iridyum miktarı her yerde aynı değildi. İridyum miktarındaki artışı bir okla çizecek olursak dünyada çizilen bu okların tamamı bir bölgeyi bize işaret ediyordu; şimdi Meksika ve Karayip denizinin olduğu bölgeyi. Ancak şu anda bu bölgeye bakacak olursak bir meteorun çarpması sonucu oluşacak bir krater göremiyoruz. Bilimciler ise bizden farklı gözlüklerle bakıyorlar resme.

Mesela Meksika'nın Yukatan yarımadasındaki su çukurlarının dağılımına bakarsak bu dağılımın yuvarlak bir bölgenin çevresinde oluştuğunu görüyoruz. Benzer ipuçlarını takiple Yukatan yarımadasının ucundaki Chicxulup (Çikçulup) kentine varıyoruz. 1980'in Alvarez hipotezi bu kenti merkez alan yaklaşık 180 km çapındaki bir kraterin bulunduğunun 1990 yılında açıklanması ile kesinleşiyor.

Ancak burada unutmamamız gereken bulgu şu: 65 milyon yıl önce bugünkü Meksika'daki Chicxulup kentinin olduğu yere çapı yaklaşık olarak 10 km olan bir göktaşı çarptı ve bu çarpmanın etkisi ile çıkan tozlar bütün dünyayı kapladı. Bu; fizikçilerin, jeologların ve astrofizikçilerin üzerinde anlaştıkları bir nokta, hatta paleobilimciler de buna itiraz etmiyorlar. Fakat soru 65 milyon yıl önce dinozorları ve diğer canlıları öldüren bu olay mıydı? Çünkü bu sonuca yol açabilecek başka adaylar da var.

Mesela, Princeton'dan bir grup bilim insanı aslında bu çarpmadan 300,000 yıl sonra bile dinozorların yaşamakta olduğunu ve aslında bu çarpmadan 300,000 yıl sonra gelen ikinci bir çarpmanın kötü sonuçlandığını söylüyor. Bu yeni bir teori ve özellikle de ikinci çarpma konusunda elde somut deliller olmaması konuyu zorlaştırıyor. Gene de Ukrayna'daki Boltysh krateri (24 km), Kuzey Denizi'ndeki Silverpit krateri (20km) ve en önemlisi Hindistan'ın batı kıyıları açığında yeni bulunan ve varlığı daha pek çok jeolog tarafından kabul edilmeyen Shiva krateri (450 km) 65 milyon yıl civarında yaşlara sahip olduğu düşünülen kraterler. Ancak açık renkli tabakadaki iridyum miktarı Chicxulup büyüklüğünde bir krateri işaret ediyor, daha büyüklerini veya daha küçüklerini değil.



Yok oluş alanındaki ikinci büyük teori ise büyük yanardağların sebep olduğu iklim değişikliğinin canlıları öldürmüş olması. Hindistan'ın ortasında yer alan Deccan Platosu'nun tabanı yaklaşık 2 km kalınlığında volkanik bazalt kayalardan oluşmaktadır. Bu bazalt kayalar yaklaşık 500.000 kilometrekarelik bir alan kaplamaktadır. Bu alanı oluşturan yanardağ patlamalarının yaklaşık 30.000 yıl sürdüğü ve bu yanardağlardan çıkan kükürt dioksit ve karbondioksit gibi gazlar nedeniyle oluşan sera etkisinin Chicxulup çarpmasından 500.000 sene önce dünyanın ortalama sıcaklığını yaklaşık 8 derece artırarak kitlesel ölümlere yol açmış olabileceği de söyleniyor.

Ayrıca yine 65 milyon yıl önce deniz seviyesinin çok düştüğü de bilinen bir gerçek. Deniz seviyesindeki bu düşüşü şu an için açıklayabilmek mümkün değil, ancak bu düşüşün özellikle deniz canlıları üzerinde büyük bir etki yaptığı kesin.

Başka neler var? Mesela yakınlarımızda patlayan bir süpernovadan yayılan gamma ışınlarının ozon tabakasını yok ettiği ve bu sebepten canlıların da soylarının tükendiği hipotezi var ama çevremizde bunu destekleyen bir kanıt yok.

Sonuç olarak dinozorları neyin öldürdüğünü biz hala bilmiyoruz. Fakat bizleri Chicxulup'a yönlendiren Nobel ödüllü fizikçi Alvarez de dâhil olmak üzere pek çok bilim insanı dinozorları artan bir ciddiyetle bir tek şeyin değil birkaç şeyin birlikte veya üst üste hareket etmesinin öldürdüğünü düşünüyorlar. Yani, dinozorların son dönemlerinde iklim zaten onların yaşamını zorlaştıracak kadar değişmiş ve sıcaklıklar artmıştı. Meteor çarpmaları ve/veya yanardağ patlamaları da atmosfere kattıkları sera gazları nedeni ile daha da büyük bir ekolojik stres yarattıklarından sonunda hayat pek çok tür için dayanılmaz hale gelmişti. Sonuçta her ne kadar elimizde pek çok ciddi kanıt olsa da dinozorları neyin öldürdüğünü hala tam olarak bilmiyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder