13 Ağustos 2013 Salı

Güneş’in Manyetik Kutupları Yer Değiştiriyor

Her ne kadar çıplak gözle baktığımızda göremesek de Güneş’in yüzeyinde küçük lekeler var. Bu lekelerin sayısı düzenli bir biçimde artar ve azalır. En fazla sayıda güneş lekesi görülmesi, güneş lekelerinin azalması ve sonra tekrar en fazla sayıya ulaşması arasındaki döngü 11 senedir. Bu 11 senelik döngü 1700'lerin başından beri düzenli olarak devam etmektedir. İçinde bulunduğumuz dönem 6 Eylül 2001'de başladı ve bu dönemin önümüzdeki üç – dört ay içerisinde sona ererek yeni bir döneme girilmesi beklenmektedir.

Yeni bir döngüye girdiğimizi güneşin manyetik alanını gözleyerek ölçebiliyoruz. Tam yeni bir döngüye girildiği sırada güneşin manyetik kutupları da yer değiştirir, yani güneşi bir mıknatıs gibi düşünecek olursak, kuzey kutbu güney, güney kutbu da kuzey kutbunun yerini alır. Bu olayı yeryüzünden gözlemleyebiliriz, ancak bu olayın yeryüzüne direkt hiçbir etkisi bulunmamaktadır.
Manyetik kutupların yer değiştirmesi lekelerin en çok olduğu dönemde meydana gelmektedir. Ancak; dünyayı etkileyen önemli unsur, manyetik kutupların yer değiştirmesi değil güneş lekelerinin artıp azalmasıdır. Güneş lekeleri artınca Güneş’in Dünya’ya gönderdiği enerji miktarı da artmaktadır, bu da dünyanın ortalama sıcaklığını yaklaşık 0.1 oC değiştirebilmektedir. İklim değişikliğine yol açan sera gazlarının dünyanın ortalama sıcaklığını şimdiye kadar yaklaşık 1 oC değiştirdikleri bilindiğine göre güneş lekelerinin bu etkisi ölçülebilir seviyededir; ancak yüksek değildir.

Güneş lekelerinin en aktif olduğu döneme denk gelen manyetik kutupların yer değiştirmesi sırasında bizi uzaktan ilgilendiren iki olay daha meydana gelir. Bunlardan ilki güneşten bize doğru gelen güneş rüzgarındaki artıştır. Güneş rüzgarı temelde güneşten bize gelen protonlardır. Senenin her günü bu güneş tüm evrene bu protonları saçar, ancak güneş lekelerinin arttığı zamanlarda saçtığı proton miktarı da artar. Bu artış dünyanın yörüngesindeki uyduları etkileyebileceği için dikkatli olunması gerekmektedir. Bir de tabi bu güneş rüzgarı dünyadan görülen Kuzey Işıkları'nı oluşturur. Önümüzdeki aylarda Kuzey Işıkları'nın güzel bir gösterisine hazır olmalıyız.

Manyetik kutupların değişmesi sırasında Güneş bizi uzaydan gelen kozmik ışınlara karşı daha etkili bir biçimde korur. Doğruluğu kanıtlanmamış olmakla birlikte uzaydan gelen kozmik ışın miktarındaki artışın dünyadaki fırtınaları ve şimşek sayısını az da olsa arttırdığı düşünülmektedir. Manyetik alan değişimi sırasında güneşin bizi daha fazla korumasının dünyaya ulaşan kozmik ışın miktarını az da olsa değiştirerek fırtınaların sayısında ufak da olsa bir azalmaya sebep olacağı düşünülebilir.

Evrenin bize sunduğu sayısız döngüsel olay vardır. Dünya Güneş’in etrafında senede bir tur atar, Ay Dünya’nın etrafında 29.5 günde bir dolaşır, güneşin manyetik kutupları 11 yılda bir yer değiştirir, her sene 11-12-13 Ağustos'ta Dünya, Swift-Tuttle kuyruklu yıldızının bıraktığı kuyruğun içinden geçer ve biz bunu meteor yağmuru olarak izleriz. Bunların tümü eski zamanlardan beri beri süregelen olaylardır ve herhangi birine doğa üstü anlamlar yüklemeye çalışmak son derece yanlıştır. Hele Radikal gazetesinde yayınlanan habere göre güneşin manyetik kutuplarının değişmesinin dünyada bir altın çağın başlayacağına işaret etmek hem habercilikle bağdaşmaz hem de haber kaynağı açısından şarlatanlıktır. Bu şarlatanlığın benzerini geçtiğimiz senelerde Maya takviminin sözde 21 Aralık 2012'de sona ermesi karmaşasında da izlemiştik. Eğer gazeteciler sansasyonel haber yapmak istiyorlarsa bilim onlara yeteri kadar çarpıcı veri sunuyor, bunu daha da ileriye taşımaya çalışmanın bir gereği olmadığını düşünüyorum.

22 Haziran 2013 Cumartesi

İstanbul depremine hazır mıyız?


16 Haziran 2012 Cumartesi günü Bilim Akademisi üyesi Prof. Dr. Naci Görür "İstanbul Depremi ve Kentsel Dönüşüm" üzerine bir seminer verdi. Bu seminerde konuşulan konuları başlıklar halinde size aktarmaya çalışacağım:
  • Kuzey Anadolu Fayı depremleri batıya doğru taşır, 1939'da Erzincan Depremi'nden  başlayarak batıya doğru hareket eden depremler 1999 Gölcük Depremi ile İstanbul'un kapısına dayandı. Gölcük Depremi  fayın İstanbul'a yakın kısmına normalde 220 senede  birikmesi beklenen stresi 55 saniyede yükledi. Daha batıda da 1912 yılında olan Şarköy Depremi Marmara Denizi'nin altında bir boşluk yarattı. Bu bölgede 1776'dan beri büyük bir deprem olmadığı ve ortalama her 250 senede bir deprem görüldüğü için yakın bir zamanda bu bölgede bir deprem beklenmelidir.
  • Marmara Denizi'nde olan bir deprem İstanbul'da 9 şiddetinde hissedilir ve bu şiddette bir depremde iyi yapılmış binalar bile ciddi zarar görebilir. İstanbul'daki binaların %60'ı bu şiddette bir depreme dayanamaz.
  • Ancak depremde önemli olan insanların o binadan sağ çıkabilmesidir. Eğer insanlar o binadan sağ çıkıyorlarsa o bina iyi binadır. Dolayısıyla da afet odaklı kentsel dönüşüm gecekonduları yıkıp güzel görünümlü binalar yapmak değildir.
  • İstanbul'da 1.600.000 bina vardır. Bu binaların bir envanteri bulunmamaktadır. Bina envanteri yokken bu binaları neye göre çürük veya sağlam diye ayıracaksınız? Bir binanın  kalifiye bir grup gerçek analizinin yapılması en az üç gün sürer ve son derece maliyetlidir. Bu emeği harcamadığınız zaman vatandaşı inandırmanız çok zordur.
  • Benzer bir inceleme yapılmaya çalışıldığında Zeytinburnu'nda  16,000 bina sorunlu çıktı ama sağlam dedikleri bina deprem olmadan yıkıldı.
  • Kentsel dönüşüm bağlamında “yıkıp, yapacağız” demek yanlıştır. Devlet garantisi olmadan yapılacak böyle bir işleme vatandaş karşı çıkar ve bu iş vatandaşın desteği olmadan yürüyemez.
  • Eğer “her binayı yıkmayacağız, bazı binalar için güçlendirme çözümüne gideceğiz” denecek olursa bu daha da önemli sorunlar doğurur, çünkü güçlendirme genel bir yöntem değildir. Güçlendirmede her binaya o binaya özgü yöntemler uygulamalısınız. Bu, bina envanteri çıkarılmasından da zor bir iştir ve 1.600.000 bina için bunu yapamazsınız. Ayrıca güçlendirme bilinçsiz yapıldığında çok daha kötü sonuçlanabiliyor. Sonra güçlendirilen bina çökerse bunun hesabını kim verecek ve güçlendirmenin maliyetini kim ödeyecek?
  • Kentsel dönüşümde ayrıca binaların seyreltilmesi de gerekir. Bu da ancak insan yoğunluğunun azaltılması ile mümkündür.
  • Eğer “biz sadece belirli bölgelerde kentsel dönüşüm yapacağız” derlerse bu değişecek alanlara kim karar verecek? Düşünülecek konu afet riski mi rant mı olacak? Bu işi özel sektör yapacaksa ki öyle olacak, o zaman özel sektör afet açısından en kötü durumda olan yere değil rantı en yüksek olan bölgeye girer. Ama bu durumda rantı düşük olan yerleri ne yapacaksınız? Vatandaşlar arasında bu ayrımı yapamazsınız.
  • Bu soruların hiçbiri yasa çıkmadan konuşulmadı. Bu sorulara acilen cevap verilmesi gerekiyor. Planlanan kentsel dönüşüm kapsamlı ve deprem odaklı olmayacak.
  • Deprem odaklı olsaydı öncelikle tehlike ve risk analizi yapıp sonra zarar azaltıcı önlemler almanız gerekir. Kenti depreme hazırlamalıyız. Sadece deprem değil diğer doğal tehlikeler de hazır değiliz. İstanbul'un bir tehlike analizi yapılmadı, tehlikeler varsayımla kabul edildi. Sonra risk analizi yapacaksınız: Nereler etkilenecek? Zararın insani boyutu ne olacak? Ekonomik boyutu ne olacak bilmeniz gerekir? Mevcut hastanelerin on katı olsa gene de yetmez, hatta hastanelerin kendi yerleri bile güvenli değil.
  • Gölcük Depremi'nden bu yana 13 sene geçti ve yasa daha yeni çıktı. Yerel yönetimlere bu konuda büyük iş düşüyor. İstanbullu depremde ne yapması gerektiğini bilmiyor. İstanbul'un içinde bol miktarda parlayıcı ve patlayıcı depolayan yer var. Yapı stoğu problemin sadece bir kısmıdır. Halkın bilinci, örgütlenmesi yok, zararlı maddelerin güvenilir depolanması yok. Kentsel dönüşümün aceleye getirilmeden gerçekleştirilmesi gerekiyor. Ancak bu bir toplu konut projesi değildir, kentsel dönüşüme öyle bakmak tüm umutlarımızı söndürür.

20 Şubat 2013 Çarşamba

Bilimle Dini Savaştırmaya Gerek Yok!

Uzun ve tehlikeli bir konuya sonda söyleyeceğimi başta söyleyerek girmek istiyorum: Bilim bir Yaratıcının varlığını veya yokluğunu kanıtlayamaz. Bu sebepten bilim insanları enerjilerini bilime, din adamları da dine harcamalılar. Bu iki konuyu birbirine karıştırmak her anlamda çözümü olmayan bir problem yaratmaktır. Kimse Allah'a inanmak zorunda değildir, kimse bilime de inanmak zorunda değildir. Ama hepimiz inancımız ne olursa olsun birbirimize saygı göstermek zorundayız.
Bir tarafta bilime inananlar var. En azından bizim ülkemizde eğer bu kampta iseniz artık belirli davranış ve düşünce biçimleri içerisinde olmanız bekleniyor sizden, yani hem bilim insanı olup hem de Allah'a inanmanız doğru karşılanan bir düşünce biçimi değil. “Bir yanda ölçülebilir, hesaplanabilir, kanıtlanabilir gerçekler varken siz bunların tam tersine bir kavrama nasıl inanırsınız?” sorusu ile neredeyse karşı tarafı küçümsemeye kadar giden bir davranış söz konusu olabiliyor, hatta bazı çevrelerde böyle davranmanız bile beklenebiliyor. Bu düşünce tarzıyla da dogmalara karşı olma çabası içinde bilimin dogmalarını yaratmak mümkün olabiliyor.
Diğer tarafta da dine inananlar var. Onlar içinse kendileri gibi düşünmeyenler her geçen gün daha fazla öteki olmaya başlıyor.
Bu iki taraf arasında kalmış olan büyük bir çoğunluk vardı eskiden; ama her geçen gün bu çoğunluğun azaldığı görülüyor. Eskiden bu çoğunluk bilimden de anlardı dinden de. Ancak eğitim sistemimiz başarıyı, anlama ve düşünme yerine testte doğru çözülen soru sayısına endeksliyor her geçen gün. Bunun da toplumumuza faturası sorgulamadan ve düşünmeden inanan insanlar olmak. Bu sonuç da yönetilmemizi her anlamda kolaylaştırıyor!
Günümüzde, ülkemizle birlikte tüm dünyada bilimle dinin en çok karşı karşıya geldiği konu evrim teorisi. Tarafsız bir gözle bakıldığında, ismi üzerinde, bu bir evrim teorisi, yani evrim kanunu değil. Burada bir kez daha, bilimsel açıdan teori kelimesini açıklamak gerekiyor. Bilimsel anlamda teori, o ana kadar belirli bir konu ile ilgili olarak toplanmış verileri en iyi açıklayacak yol olarak tanımlanabilir. Evrim teorisi de buna göre dünyadaki canlı cinslerinin gelişimlerini ve birbirleri ile ilişkilerini açıklamaya yönelik bir teori. Evrim teorisi dışında başka bir teori mümkün mü? Eğer teori kelimesini kullanıyorsak, evet mümkün! Yine de evrim teorisi, şu ana kadar doğadan elde ettiğimiz bilgileri yorumlamamıza yarayan en iyi teori, hatta tek teori.
Burada “ama...” ile başlayan bilimsel bir cümle kuramayız. Bilimde bir teorinin yanlış olduğunu kanıtlayabilirsiniz ya da yerine başka bir teori koyabilirsiniz, ama bu değişimin tamamı bilimin kabul ettiği yöntemlerle yapılmalıdır. Yani “evrim teorisi yanlıştır; çünkü dünyadaki tüm yaratıkları istediği biçimde Allah yarattı.bilimsel bir tartışmanın parçası değildir. Herkes kendi doğru bildiğine inanmakta serbesttir. Ancak, bilim ve dinin işleyiş mekanizmaları farklı olduğundan ikisini karşı karşıya getirmekle bir fayda sağlanamaz.
Bunu özellikle bilim insanlarının anlaması gerekiyor. Siz ne derseniz deyin, elinizde tüm insanlığı, şüpheye yer kalmayacak şekilde evrimin varlığına inandırmayı sağlayacak kanıt yok. Kişiler gene, Allah'ın tüm canlıları kendi istediği biçimde yarattığına inanmaya devam edecekler. Bu onların yanlış olduğunu değil sadece bilimden farklı düşündüklerini gösterir. Bilim insanları tüm enerjilerini bilimi geliştirmeye adamak zorundalar, kendileri ile aynı inanç setine sahip olmayan insanları ikna etmeye değil.
Benzer şekilde, dini görüşlerden yola çıkarak evrim teorisinin yanlışlığını göstermeniz de mümkün değil. Bilimde verinin anlamı üzerine farklı görüşlere sahip olabilirsiniz; ancak verinin varlığı bir tartışma konusu değildir. Mesela, dinozorların neden ve nasıl yok olduklarını tartışabiliriz; ancak elimizde bunca veri varken “Allah dinozorları yaratmadı, bu bir hurafe” diyebilmemiz mümkün değildir. Eğer gerçekten fark yaratmak isterseniz eldeki bilimsel verileri dini öğretiye de aykırı olmayacak şekilde yorumlamaya çalışabilirsiniz. Burada da bilim insanlarının konuya karışması doğru değildir, bırakın inananlar bilimsel gerçekleri kendi inanışları içerisine oturmak isteyip istemediklerine ya da nereye oturtmak istediklerine kendileri karar versinler.
İki tarafın da konuşup anlaşmaya başlayabilmesi için her şeyden önce bilim kültürümüzün artması gerekiyor. Okullarımızda tekrar ciddi ciddi fizik, kimya, biyoloji, matematik, astronomi, felsefe, psikoloji gibi konuların öğretilmeye başlanması gerekiyor. Bugün evrime inanan veya inanmayan kişilere genetik materyalimizin, yani insanı insan yapan materyalin, maymunu maymun yapan materyalden ne kadar farklı olduğunu sorduğumuzda büyük çoğunluk benzerliğin yarıdan az olduğunu düşünüyor. Ne zaman ki bizim genetik materyalimizle maymunun genetik materyali arasındaki farkın %2-3 mertebesinde olduğunu öğreniriz, o zaman evrimle ilgili ciddi sorular sormaya başlayabiliriz.